Fatma amcasının oğluyla 15 yaşında evlendirilmişti, ne Fatma bir erkeğin ne demek olduğunu biliyordu 15 yaşında nede 20 yaşında büyük yazdırılılıp askere giden yeni gelmiş kocası Hüseyin. Onca sene neler yaşamadılar ki? Kocası İstanbul, Mersin, Ankara'da inşaatlarda duvarcı ustası olarak çalışmıştı. Şimdi Fatma 50 kocası ise 20 yaşında, 8 çocukları var ve 15 de torunları. Fatma hayatı boyunca kendisini çocuklarına ve eşine adamıştı. Hayatında en çok istediği şey evlatlarının ve eşinin mutluluğu ve huzuruydu. Evlatları çilekeş ve çalışkan analarını hep sevdiler, evlenen evlatları da her zaman analarının ve babalarının hatırını saydılar.
Yıllar su gibi akıp geçti.
Artık eve evlatları bakıyor babaları ve anneleri iş yapmıyordu. Hüseyin Siverek'te bir kahvede otururken aklına bişey geldi. Çayını bile bitirmemişti. Ayağa kalktı dışarı çıktı. Hürriyet Caddesinden hızla Bağlar Mahallesine doğru oturdukları eve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bir yandan yürüyor bir yandan da kendi kendine konuşuyordu. Aslında o asla kendi kendine konuşan biri değildi.
Onun bu halini gören kadim dostu Ahmet seslendi;
- Hayrola Hüseyin! Ne kendi kendine konuşuyorsun?
Hüseyin Ahmet'in sesinin geldiği yöne baktı.
- Hiç dedi. Sesli düşünüyorum.
- Gel kahveye gidelim ne yapacaksın bu saatte evde.
- Eve gitmem lazım.
-Acelen ne gidersin.
-Sonra açıklarım dedi ve yürümeye devam etti. Yazın sıcağı idi. Oruçlu olan Hüseyin Siverek'in sıcağında terliyordu. Mendilini çıkarttı ve alnını sildi.
Eve geldiğinde yorulmuştu.
Fatma eşinin genelde bu saatlerde kahvede olduğunu bildiği için gelişine şaşırdı ve
-Hayrola bey bişey mi oldu? diye sordu şaşkınlıkla.
-Akşama hazırlan avetliyiz dedi Hüseyin.
- Ne daveti, kime giiyoruz? diye sordu Fatma.
-Sen hazırlan
- İftara daha 3 saat var.
- Olsun anca hazırlanırız.
Hüseyin en güzel en temiz ceketini pantalonunu giydi. Fatma'dan da en iyi elbiselerini giymesini istedi. Fatma'nın en güzel elbisesi olsa ne ki zaten hep aynı giydiği siyah elbisesi kahverengi başörtüsü ayağındada köylü lastikleri..
İftara doğru yola çıktılar, yavaş yavaş yürüdüler. Önden Hüseyin biraz arkasından Fatma yürüyordu. Bırakın önden yürümeyi Erkeğin yanında yürümek bile küstahlıktı geleneklerinde. Fatma kocasının elinden birkere olsun yürümek nedir hayal bile edemezdi. Kocasıyla bir parkta dondurma yemek te öyle.
Biraz sonra Hüseyin bir lokantaya eşiyle girdi. İftara yarım saat kalmıştı. Lokanta kalabalık değildi. Gelenler genelde erkekti. Gelenlerin çoğuda gençlerdi.
Hüseyin garsona iki dürüm getirmesini söyledi. Yanında iki de ayran. Arkasından iki de sütlaç istedi.
Fatma şaşırmıştı. Onca senedir evlilerdi ve hayatında ilk defa eşiyle beraber bir lokantada yemek yiyecekti.
Gözleri masanın üzerineki peçeteye daldı ve içinde hem anı yaşamaın mutluluğu hemde böyle sıradışı bir olayı daha önce yaşamamış olmanın hüznü vardı. Böyleydi Kürt kadınının kaderi bir tarafta geleneklerin ve geneleksel inançların acımasız sıkıştırması ve baskısı diğer yanda gel dağda özgürleş diyen PKK. Erkek karısına kadın erkeğine sevdiğini ifade etmede yaşanan sorunlar.
Bir dürümü bile paylaşmak ne büyük sıradışı bir olaydı Siverek'te bu yaş grubunda.
Oysa İstanbulda, Avrupa'nın Doğu Anadolu Bölgesinde Bağcılarda sıradan bir olaydı.
Ezan okundu ve yemeğe başladılar. Fatma orucunu açmanın sevincinden daha çok eşiyle bir dürümü paylaşmanın Cennetvari bir mutluluğunu yaşıyordu. Hüseyin dürümünden ısırırken eşine baktı. Eşi Fatma ona bakamıyordu ve Hüseyin'in anlamadığı nedenden dolayı Fatma'nın göz yaşı Dürüm tabağının üzerinde bulunan az miktardaki salatanın üzerine düştü.
İslam hem kölelere hemde kızgın çöl kumlarına gömülen kadınlara özgürlüğü vermişken verilen özgürlüklerin tümü Asgari ücretli kölelerin ve kadınların üzerinden tek tek geri alınmıştı.
Küçük bir özgürlükten duyulan mutluluğun göz yaşları Fatmanın mütevazı iftar yemeğinin salatasının üzerine düşmüştü.
Çok beğendim,hatta şimdi dışarda yemek fikri banada hoş geldi☺
YanıtlaSil