AŞAĞIDAKİ YAZI EMİNİM BİR ÇOK FETOCUYU RAHATSIZ EDECEK. Hatta BENİ bile FETOCU OLMAKLA SUÇLAYACAKLAR KENDİLERİNİ AKLAMAK İÇİN....
LÜTFEN DİKKATLE OKUYUNUZ....
Yıl 1991 Kasım, Zaman gazetesine abone olmuştum. Ehliyet kursunda tanıştığım üç arkadaş ile samimi sohbetlere gitmiştim. Bir Allahın varlığını inanmama 4 yıl, İslamı kabul etmeme 2 yıl ve Namaz kılmaya başlayalı 1 yıl olmuştu, Allaha iyi bir kul olmak ve İslam inancını anlamak ve yaşamaktı tek gayem. Durmadan okuyor ve sabaha kadar durmuyordum. Çankırıda hala kitapçılık yapan Vefa kitap evine o zamanki parayla asgari ücretin üçte birini her ay vermekteydim neredeyse. Ayrıca benden başka düzenli gideninin olmadığı Çankırı İl Halk Kütüphanesinde 1935’ten kalan sadece sayfalarının basıldığından beri ilk kez benim açtığım açtığımda insanın karnını ağrıtan sayfalara rutubet ve bakterinin yaydığı tuhaf kokulara rağmen. Öğrenmek öğrenmek ve öğrenmekti amacım. Komünist amcam’ın “Oku yeğenim okumayanlar yaşadığını sanan ölülerdir” dediğinden beri devam eden bir öğrenme açlığı idi bu.
LÜTFEN DİKKATLE OKUYUNUZ....
Yıl 1991 Kasım, Zaman gazetesine abone olmuştum. Ehliyet kursunda tanıştığım üç arkadaş ile samimi sohbetlere gitmiştim. Bir Allahın varlığını inanmama 4 yıl, İslamı kabul etmeme 2 yıl ve Namaz kılmaya başlayalı 1 yıl olmuştu, Allaha iyi bir kul olmak ve İslam inancını anlamak ve yaşamaktı tek gayem. Durmadan okuyor ve sabaha kadar durmuyordum. Çankırıda hala kitapçılık yapan Vefa kitap evine o zamanki parayla asgari ücretin üçte birini her ay vermekteydim neredeyse. Ayrıca benden başka düzenli gideninin olmadığı Çankırı İl Halk Kütüphanesinde 1935’ten kalan sadece sayfalarının basıldığından beri ilk kez benim açtığım açtığımda insanın karnını ağrıtan sayfalara rutubet ve bakterinin yaydığı tuhaf kokulara rağmen. Öğrenmek öğrenmek ve öğrenmekti amacım. Komünist amcam’ın “Oku yeğenim okumayanlar yaşadığını sanan ölülerdir” dediğinden beri devam eden bir öğrenme açlığı idi bu.
Yıl 1992 Mart, Zaman gazetesine
abonelik ücretimi ödemeye gittiğimde samimi insanlar sofralarına davet
ederlerdi hep. Uzun uzun konuşurduk. Benim İngilizceyi çok iyi ve aksanıyla
düzgün konuşmam onları etkiledi. Almancayıda iyi düzeyde bilmemde bana zaten
Dersanelerinde öğretmen açığı olmasından dolayı teklif almama yol açtı. Aslında
İktisat eğitimi almama rağmen işim hep dil üzerine oldu. Çankırı Maltepe Dersanesinde muhteşem bir
atmosfer vardı. Öğretmenler samimi iyi yürekli ve İslama hizmet aşkıyla
doluydu. Benim de öğretmenliğe başlamam ailemi mutlu etti. Tüm arkadaşlarımı
evimize davet ettim Ramazanda iftar ettik. Babamla yaşadığım sorunlar yüzünden
evden ayrıldım ve hizmet evinde kaldım. Belletmenlerin eviydi orası. Samimi
genç çocuklardı Üniversitede okuyan. Bazen İngilizce derslerinede yardım
ediyordum.
FİŞLEME
Yıl 1992 Ekim, Dersanede çok iyi
grafik programı ve yazım hızlı olduğu için Bilgi İşleme de bakmaktaydım. Çünkü
o yıllarda Bilgisayar çok yeniydi hala daktilo vardı Türkiyede. Birgün
Serrehber denilen kişi bana bazı raporlar yazacağımızı söyledi. O klavyeden ve
bilgisayardan hiç anlamıyordu. 120 Megabyte’lık bir bilgisayar en lüks en iyi
bilgisayardı. Professional Writer bugün Word dediğimiz programın o günlerde
dedesiydi. Oturduk ve dersanedeki tüm öğrencileri 5 kategoride numarandırdık.
1- Namaz kılmayanlar. 2- Arada Namaz kılan Cumaya gidenler, 3-Namazı düzgün
kılanlar cumaya gidenler bir cemaate mensup olmayanlar. 4-Namaz kılan Cumaya
giden ve bir cemaate mensup olanlar. 5- Cemaatimizden Şakirt. Bir sürü öğrenciyi
bu şekilde fişledikten sonra Ankara Maltepe Dersanesine o zaman Floppy Diskette
bu bilgileri teslim ettim. Ben bunun daha sonra TSK ve Emniyete adam sokmak
için kullanılan fişleme olduğunu cemaatten 1995’te ayrıldığım zaman anladım. TSK
ve Emniyet içinde kimlerin FETÖcü olduğu işte bu fişlemelerde belliydi. Şuna
emin olabiliriz ki TSK ve EMNİYET mensuplarından kimlerin FETÖcü olduğunu CIA
ve Cumhuriyetçilerin kontrol ettiği Amerikan Federal Emniyeti çok iyi
biliyordu.
YURT DIŞI GÖREVİ
BURSA NİLÜFER
Yıl 1993 Haziran, bana Bursa
Nilüfer kolejine gitmem söylendi. O koleyde İngilizce Eğitim metodolojisi
dersleri alacaktım. Bursa’ya gittim. 4 kişi vardı 2 kişi Amerikadan 4 kişi
İngiltere’den. Bunlardan Michalel Cortazzi İzmirden Londraya dedesi göç etmiş
bir Levantendi. Bu kişi aynı zamanda İngilizce çıkan Fountain dergisinin
editörüydü. Yaklaşık 30 gün süren ve günde 8-10 saat süren teaching
Methodology, Teacher Trainning derslerinden son derece faydalandım. Burada
aldığımız Yabancı Dil eğitim metodu ve pedagojisini ders verirken
kullanacaktım. Benim ingilizcem Turizm’de 4 sene çalışmış olmaktan dolayı da
çok iyi idi. Notlarımı İngilizce almaktaydım ve yaklaşık 300 kişi içinde
grammeri en iyi olan 50 kişiden biydim. Ben oradan Çankırı’ya geri döneceğimi
sanıyordum. Bana arkadaşlar “Geri dönemezsin, sende Yurt dışına gönderilirsin”
dediler. Bende şaşırdım, Orta Asya zümre başkanı ile konuştum. “İstersen senide
Yurt dışına yollayalım” dedi. Çünkü Öğretmen çalıştırıcı yabancı Hocalar benim
dilim ve öğretme tekniklerini uygulamama iyi not vermişler. “Eğitim bitince git
ailenle helalleş önemli giysi ve birkaç parça eşyanı al gel dediler” .
FETHULLAH GÜLEN’LE TANIŞMA
Eğitim bittiğinde Çankırı’ya
gittim ve Annemle babamla helalleştim. Ailem çok şaşkındı. İstanbul’a verilen
adrese gittim. Burası Altunizade de bir yurttu. Bir çok öğretmen arkadaşla
oradaydık. Ertesi gün en üst kattaki büyük salona geçtik. Salon büyük bir
halıyla kaplıydı. Yere oturduk. Duvarın kenarında tek bir koltuk vardı. Biraz
sonra oraya Fethullah Gülen geldi. Önce uzun bir konuşma yaptı. Yazılı soruları
aldı. Tek tek soruları cevapladı. Konuşmasının birinde “Hocam Bosnada
katliamlar başladı ne düşünüyorsunuz?” sorusuna “Onlar Osmanlıya ihanet etti
Allahın gazabını görüyorlar” dedi. Bu ben ilk şok edişiydi Fethullag Gülen’in.
Çünkü babaların yaptığı hataları evlatlarına yıkmak bir Hıristiyan itikadıdır
diye düşündüm ama bu konu o günkü heyecana boğuldu.
Konuşması islam, hizmet, hicret konularındaydı
ve çok duygusaldı. Sonra takkeler geldi. İçlerinden isimleri gidilecek ülkeyi
şehri seçiyordu. “Ayhan Öz” dedi durdu. Okuyamadığını anladım ayağa kalktım ve “Cimbit”
hocam dedim. Ayaktayken bir kağıt daha çekti “Kazakistan” dedi, bi kağı daha
çekti “Atırav” dedi. Hiç duymadığım bi yerdi, oysa Eski Sovyetler Birliği
kentlerinin çoğunu biliyordum coğrafyam çok iyi olduğu için. Sonra şehrin
adının Atırav olarak değişmiş olan Hazar denizinin kuzeyindeki “Guryev” adlı
bir yer olduğunu öğrendim. Heyecanlandım. İçin Allha ve İslama hizmet etme aşkı
ile doluydu.
KAZAKİSTAN VE ABD
Kazakistan’da ilk önce o zaman
başkent olan Almatı’ya gittik. Şehrin merkezinde kocaman bir Türk Bayrağı ve
ABD bayrağı yanyanaydı. Okuyucuların pek bilmediği bir şey söyleyeyim. Türk
bayrağındaki AY Yıldız sadece Kazakistanda değil hemen hemen bir çok islam
ülkesinde İslamın sembolüdür ve mezarlarda kazılıdır. ABD, emperyal amaçlar
için ve Kazakistan’a kapitalist sistemi sokmak için “Ben de Türkiye’nin
arkadaşıyım bunu bilin” mesajını verirken okullardaki İngilizce eğitimlerinde
Londra ve Britanya’nın öne çok çıkması ile “Bende Türkiye ve ABD’nin
arkadaşıyımlı” bir mesaj ülkeye yayılmıştı ve Britanya ve Amerikadan nefret
eden kazak halkı yavaş yavaş bizimde sayemizde Batı ve değerleri sevilmeye
başlanacaktı. Bu hiç ama hiç hoşuma gitmemişti.
Kazakistan’ı Kazak halkını çok
seviyordum. Sokakta başka ırklarda vardı. Taksiye bindiğimde her ırktan insanla
karşılaşıyordum. Bulgar, Yunan, Eston, Leton, Ukraynalı, Gürcü, Çeçen, Avar
Dargi, Lezgi, Azeri, Koreli, Rus, Kırımlı, Tatar, Başkurt vb. Irkların çiçek
bahçesiydi sanki. Çok ama çok mutluydum. Bir yılım böyle geçti.
1994 Ağustos, Evlendim ve eşimle
Kazakistan’a döndüm. Son derece mütevazı bir evimiz vardı. Yediğimiz yiyecekler
çok çeşitli değildi. Çünkü hemen herşey bulunamıyordu. Gerçekten zorlukların
içinde arkadaşlık dostluklar paylaşımlar mükemmeldi. Zaman hızla akıyordu. Her
hafta Cuma akşamı toplanıyor istişareler yapıyorduk. Herşey demokratikçe
tartışmaya açılıyor ama çok farklı ve güzel fikirler gelmedikçe asla Serrehber
ve Şehir İmamı olan okul müdürünün daha önce aldığı karar değişmiyordu. Bir
anlamda demokrasi ve cem olma cami olma cemaat olma ilkeleri İtaat et rahat et
düsturundan gitmekteydi. Bu ise cemaatte en sevmediğim konuydu. Zaman zaman
benim eski komünist ve ateist sorgulamacı yapımdan gelen mizaç dolayısıyla çatıştığımız
da oluyor bana dayanamayıp “Ayhan Hocam, Allah seni bize imtihan olarak
yollamış” diyerek bazen bana isyan ediyorlar bazen de fikirlerimi haklı
yönlerini görüp kabul ediyorlardı. Ancak genelde harika bir ortam vardı. Çünkü
samimiydi herkes.
Mart 1995, Fethullah Gülen’den
gelen “Orta Asyada Amerikayı ve Kapitalizmi övün” sözü istişarede Cuma akşamı
okundu. Benim canım çok sıkılmıştı. Bu söz benimle cemaatin arasını açan en
önemli fatva idi. Çünkü Fethullah Hoca ile Amerikan emperyalizmi arasında
doğrudan bağ kurmamı sağlayan bu idi. 13 Martta apendisitim patladı. Hastaneye
kaldırıldım son anda. Çok kötü durumdaydım ama hastanede 15 gün kalmam benim
için çok iyi oldu. Çok düşündüm, “Ayhan sen anti eperyalist birisin. Bu sözden
sonra burada kalamazsın” dedim. Ancak Türkiye’ye gitsem ne iş yapacaktım, evim
sermayem yoktu. Beni destekleyecek bir ailem yoktu. Eşimin aileside yoksuldu. Elimde
olan çok az bir para vardı. Ne olursa olsun dönmeliydim. Asla böyle bir yapıda
ABD emperyalizmine hizmet edemezdim. Bana başkent Almatı’ya tayin olduğum
söylendi. Artık Zaman gazetesi Almatı muhabiri ve köşe yazarlığı yapacak hemde
Devlet Başkanı Nur Sultan Nazarbayevle Yurt Dışı gezilerine katılacak ve
bunları gazetede yazacaktım. Müdür bana “Senin İngilizcen çok iyi ve akıcı” bu
nedenle merkeze alındın dedi. Bende Müdüre “Ailem dönmemi istiyor, Kazakistanda
kalamayacağım” dedim.
Haziran 1995, arkadaşlarım beni
uğurlamak için tren istasyonuna geldiler. İlk önce Rusya’ya trenle gidecek
oradan ucuz uçağa binecektik. Tren hareket ettiğinde eşimle ilk evimiz yavaş
yavaş tren penceresinden arkadaşlarımla beraber kayboldu. Evimiz tren
istasyonuna çok yakındı. Sevdiğim dostlarımdan, sevdiğim ülke olan Kazakistandan,
aşık olduğum şehir Atırav’dan ve çok sevdiğim öğrencilerimden ayrılıyordum.
Sanki kalbim yırtılıyor yüreğim parçalanıyordu. Kendimi daha fazla tutamadım Rusya
sınırına kadar üzüntüyle ara ara ağladım. Eşim Gülşen “Ağlama” diye beni
teselli ediyordu ama elimde değildi.
28 Şubat
Yıllarca cemaatin ABD’ye hizmet
ettiğini bildiğim için cemaatin üst kademesine kızgın ve kırgındım. Cemaatin
alt kademesindeki insanların samimi ve iyi yürekli oluşlarından dolayı asla
aleylerinde ileri geri konuşmadım. İlk yazdığım kitap Çalınan Hayatlar;Mülteci’de
üstü kapalı olarak Cemaatin Kissenger ve Evren Tarafından Türkiye’nin batısında
oluşabilecek İslami taleplerin önüne geçmek ve İslami Hareketleri kontrol
amaçlı olarak kurulduğunu PKK’nında aynı görevi Doğu’da üstlendirmek için
kurulduğunu yazdım. 28 Şubatta Nato içindeki İsrailci ve ABDci subayların
darbesine destek olan Gülen’e olan düşmanlığım daha da arttı. Ancak cemaatin alt
kademesindekilerin saf olduğunu ve iyi niyetle bu adama inandığını düşündüm.
Gülen-AK Parti İlişkisi
AK parti’nin uzun yıllar Gülenle
yürümesinden dolayı asla AK Partiyi desteklemedim, sevmedim, AK Parti’yi de
tıpkı FETO gibi ABD’nin ülkenin başına ettiği bir bela olarak gördüm. Bu durum
Hakan Fidan’ın göreve gelmesiyle bitti. Hakan Fidan’ın benim gibi düşünen Anti
Emperyalist, Anti Syonist, ABD ve Londra karşıtı bir insan olması, MIT içinde
temizlik yapmaya başlamasıyla birlikte Cemaat ile Hükümet arasında kıyasıya bir
savaş başladığını anladım. Tüm siyasal gelişmeler bunu gösterdi. 2009’da
başladuğım Milliyet blogtaki yazılarımda devamlı olarak bu savaşta Fidan’ın ve
Hükümetin yanında önce üstü kapalı sonra üstü açık destek verdim. Gezi
olaylarında gençlerin kafasına fişekleri sıkın diyen FETOCU amire “Bunun
hesabını bir gün vereceksin” dedim ve verdi. Ben bu tarihten sonra artık RTE’ye
daha fazla destek yazıları yazdım ki bu yazılar şimdiye kadar 2 milyon 200 bin
kez okundu. Benim gibi düşünen bir çok sosyal demokratik islami bakışı olan
yada olmayan insanlar yavaş yavaş bu savaşta RTE’nin yanında yer aldı.
(Şu an malesef mecliste Hükümet saflarındaymış gibi görünen milltevekilleri var ve FETO'cu Gözü Yaşlı AHMAK ile RTE'yi bile kandırıp adamlarını RTE'nin adamlarıyla değiştiren sığ stratejisi ve FETOcu danışmanıyla Suriye'deki kanda eli bulunan alçak LONDRA AJANININ atadıkları bunlar).
(Şu an malesef mecliste Hükümet saflarındaymış gibi görünen milltevekilleri var ve FETO'cu Gözü Yaşlı AHMAK ile RTE'yi bile kandırıp adamlarını RTE'nin adamlarıyla değiştiren sığ stratejisi ve FETOcu danışmanıyla Suriye'deki kanda eli bulunan alçak LONDRA AJANININ atadıkları bunlar).
15 Temmuz 2016
Hükümetin içinde bulunan ve
hizmetini Bilderbergçilere yapan bir bakan’ın “Haziran’da Erdoğan’dan
kurtulacağız” sözünü toplantıda söylediğini bir dostumdan öğrendim. Şubatta “
Ciamaatin Haziran için büyük karışıklıklar planladığını yazdım”. Alman ARD
kanalından bir Muhabirin benimle Köln’de yapacağı 10 Martta ki röportajı iptal ederek
Diyarbkıra gideceğini günler öncesinden söylemesiyle 10 Marttan itibaren (Ayrıca
Dünyaca ünlü kemanist Andre Rieu’nun 10 Martta ki konserini iptal etmesi’de bu
kuşkumu arttırmıştı) Türkiye’de bombalama eylemlerinin artacağını anladım ve
bunu da yazdım. 7 Haziran 2015 öncesinde Diyarbakır’a bizzat giden FETOcular
PKK’yı savaşa başlamaya ikna ettiler, buna karşılık HDP’ye barajı geçireceğine
dair söz de verdiler.
15 Temmuz akşamı Marmaristeydim.
Saat 23:30’da RTE’den haber yok, Genel Kurmay Başkanı Rehin, Ala tutuklanmış
deyince kendi kendime “Oğlum Ayhan, onca yazdığın ciamaat ve PKK hakkındaki deşifre
yazılar dolayısıyla asla darbecilerin elinden kurtulamazsın. Mutlaka senide
öldürürler. Şanslıysan işkence görmeden öldürürler” dedim. Yapacak
bir şey yoktu.. Sokağa çıkma yasağı başalayacaktı az sonra. Bende bu yasağı delmek ve
sosyal medyadaki dostlarıma da aynısını teşvik etmek için sokak bomboşken
resmimi çekip Facebook’a koydum. Beni beklediğini düşündüğüm sonu beklemeye
başladım. Sonra Ankara’da yaşayan çok sevdiğim dostumdan telefon geldi. “Hocam
şu an RTE televizyonda konuşuyor, vatandaşları sokağa çağırdı” dedi. Kendimi
tutamamış sevinçten ağlıyordum. O deli Tayyip sadece Ülkemizin değil tüm ezilen
ulusların umudu ölmemişti kendimi toparlayınca “Hamd olsun, sabaha armut gibi
toplayacak devlet hepsini, pazartesi inşallah tek bir darbeci fetocu kalmayacak”
dedim. Hamd olsun öyle oldu…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.