KÜRTÇÜLÜK BİZİM TÜRKÇÜLÜĞÜMÜZÜN DOĞAL SONUCUDUR. (Çalınan Hayatlar;Mülteci 2005) |
Peki, neden yarı demokratik bir
düzen oluşmuştu?
Türkiye kurulduğu andan beri
demokrasisini oturtmakta sorunlar yaşadı. Bunda halkın kendisinin ve
atanmışların karşılıklı güvensizlikleri vardı. İngiliz Fransız ve Rusya’nın
Lozan’da dayattığı şartlarla kurulan Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlığını ve var
oluşunu oldukça zor şartlarla sağladı (Çalınan Hayatlar Mülteci 2005). Hem
Türkiye’nin çağdaş batılı bir ülkesi olması gerekiyordu diğer yandan Türk
halkına çaktırmadan ülkenin yönetiminin halkın değil de atanmış ve ülkenin bu
anlaşmalara bağlı sınıf tarafından yönetilmesi gerekmekteydi.
Daha iyi anlaşılması için şu
örneği vereyim. Belediye başkanını ve Başbakanı halk seçmekteydi, Ne belediye
başkanı Mülki idarenin başkanı Vali, nede halkın seçtiği başbakan atanmış
Cumhurbaşkanından daha fazla yetkiye sahip olabiliyordu. TSK bile bırakın
sıradan demokrasilerde Savunma bakanına bağlı olmayı Başbakan’a bile tabi değil
Cumhurbaşkanına tabi konumda iki de bir halkın seçtiklerine siyaseti dizayn
ederek muhtıra vermekteydi. Tabi bu yazdıklarımdan yaşı 25 altında olanlar pek
bir şey anlamazlar. Ancak biz yazmaya devam edelim…
Burada bir takım açmazlar vardı,
nelerdi bu açmazlar?
1-Türkiye Cumhuriyeti yeni
kurulduğu zamanlar Halk eğitimli değildi ve geleneksel İslamcılık çok güçlüydü.
Halk demokrasi, Cumhuriyet kelimelerinden bişey anlamıyordu. Bu iki kelimenin
ne anlama geldiğini bilmeden ya destekliyor yada karşı çıkıyordu.
2-Devlet daha yeni kurulmuş ve
kurulan devletin bir çok sorunu vardı. Sanayi, eğitim başta bayındırlık
fakirlik sağlık sorunları çok büyüktü. Devlet hemen her şeyle mücadele etmek
zorundaydı.
3-Lozan’da verilen tavizler
yüzünden devlet halkla verilen tavizler arasında kalmaktaydı. Bu da kritik
sorunları kronik hale getirdi. ( Türk ve Ulusal devlet olma sözü arkasından
Dersim vb Kürt sorununun başlamasına neden oldu).
Türkiye Cumhuriyeti Ulusal
sınırlarını koruyabilmek için Türkçü bir çıkış yaptı. Bu çıkış Türklüğün
içinden dava ve İslamcılığı çıkarttı attı ve yerine Irkçılık ve Turancılığı
koydu. Bu ise Anadolu’da Türk olmayan Kürtçülüğü zaman içinde yavaş yavaş
büyüttü. Hatta Kenan Evren döneminde rejimin İslamcı devrimciliğe karşı
korunması için bu konuya yatkın ve İran Devriminden etkilenecek ümmetçi Kürtlerin
yerine PKK kuruldu ve işkencelerle Kürtçülük bizzat darbecilerle kışkırtılırken
Sünni Türkler Rejimi destekler pozisyona itilerek Kürt Türk Ortak İslamcı çıkış
büyük bir başarıyla (ülkenin 35.000 canına mal olarak ) engellendi.
Uzun yıllar devletin işleyişi şu
şekilde oldu; Cumhuriyetin ilk yıllarında yeni rejim Lozan’da verdiği sözleri
yerine getirebilmek için kontrol altında bir diyanet ve geleneksel İslamcılıkla
karşılıklı işbirliği yapan devletçi bir Sünnilikle ve atanmışların çoğunun rengiyle
uyuşan kontrolcü ve sisteme angaje olan yine karşılıklı iş birliği içinde
Alevilikle yürünmüştür. Subayların genelinin alevi, polislerin amirlerinin
genelinin Sünni olması bu yüzdendir.
Uzun yıllar bu şekilde devam etti
süreç. Ancak 90’lı yıllarda siyasal İslamcılık demokratik yollarla gelmek ve
gücü ele geçirmek istedi. Siyasal İslamcıların bölünmesi ve güç kazanmamaları
için Britanya tarafından ABD aracılığı ile desteklenen bazı cemaatler Truva atı
olarak İslamcıların arasına sokuldu. Bu sayede İslamcıların hem insan hem de
maddi kaynakları oyalandı.
RTE’nın Hakan Fidan’la ve sadık
adamlarıyla yola devam etmesine karşılık her seferinde çeşitli operasyonları
yöneten Paralel Cemaat Oslo Barış görüşmelerini ifşa etti ve kalıcı barışın
önünü tıkadı, Fidan gitsin diye İstihbarat içindeki adamları ile Uludere olayı
ile Devleti ve TSK’yı töhmet altında bırakarak bir gol daha attı kalesine, en
son Gezi çadırlarında emrettiği amirlerine gösterici çocukların çadırlarına gaz
fişeği sıktırdılar.
Bu adı konulmamış bir iç savaştı.
Bu savaş Batılı sözde müttefiklerimizin artık kontrollerinden çıkan Türkiye’yi
dizayn edişleri ve onun yandaşları ile artık Batı’ya karşı tepkisini gösteren
halk arasındaydı.
Türkiye’de Batı’ya karşı
bağımsızlık mücadelesini seçen halk, kendi seçtiği il Cumhurbaşkanı ile ilk
defa ülkesinin yönetimini devralmış durumdadır. Zira halkın %52’si RTE’ye oy
vermiştir.
Ancak bu kesimlerin ciddi
sorunları var;
1-RTE’ye destek verenlerin çoğu
hala Osmanlıcı, İslam’ı Osmanlı sanan, Hz Muhammedi sarık sakal zanneden,
Allahın isimlerinin ne manaya geldiğini bilmeyen, Hz Muhammedin karısını kızı
kızını karısı sanan, kendi peygamberinin imzaladığı üç önemli DEMOKRATİK analaşmayı
bilmeyen kesimlerdi.
2-Bu kesimlere Kürt sorununu ve
barışçıl çözüm yollarını anlatmak çok zordur.
3-Kürt sorununun çözülmesini
sağlarken ülkenin çözülmesini engelleyecek sözde Osmanlıyı öven bu kesimler
Osmanlı sistemi olan Eyalet sisteminden aman parçalınırız diye karktukları için
Kuzey Irak’ın ve Azerbaycan ile KKTC’nin Türkiye’ye eyalet olarak katılması ve
ülkenin büyümesinin önü bizzat yine bu kesimlerce engellenmiştir. (Federal
Anayasaya konacak bir madde ile Federe devletlerin bağımsızlık referandumuna
onay sadece Federal Üst meclis tarafından onay verilir maddesi Türkiye
Federasyonunu koruyacaktı).
4-Paralel devletin HDP’yi
destekleme sözüne karşılık AK Partiyle hükümeti kurmama ve Başkanlık sistemine
karşı olmalarını sağlama sayesinde oynanan oyun anlaşılsa da Kürt sorununun
çözümünde ulusalcı duvar güçlenmiş ve eyalet sistemi zafa uğramış vaziyettedir.
5-Cumhuriyetin ilk yıllarında
Batı dayatmasıyla oluşturulan Ulusalcılık tuzağına sağcı muhafazakar kesim fena
düşmüştür. Bu zokalar 12 Eylülde de yutulmuştur. Hala oynanan oyunun farkına
vardıklarını sandıkları halde asla ama asla derinlikli bir şekilde
varamamışlardır.
6-Kürt muhafazakar kesim 28
Şubatta küstürülmüş ve Dindarlara yapılan baskılar sebebiyle PKK’ya daha önce
katılmayan bu kesimlerden büyük katılımlar olmuştur. Pkk 12 Eylülde kurulmuş 28
Şubatta kitleselleşerek sosyal zeminini darbeciler sayesinde oturtmuştur
dolayısıyla bu sorun ancak ve ancak Osmanlı Eyalet sistemiyle çözülür. Türkiye
güçlü oldukça diğer ülkelerde Konfederasyon çatısı altında tıpkı AB gibi
Türkiyenin öncülüğünde bir araya gelecektir.
Bu çelişkiler iyi görülmelidir.
Sorunlarımızın tamamen çözülmesi için iki yüzlü bir Türkçülük anlayışı
oluşturamayız. Irk Türkçülüğü yaparsak mevcut ülkemizin sonunu en nihayetinde
getiririz. Başkanlık sistemi Eyalet sistemi olmadan olmaz. Çünkü aksi taktirde
tek partili CHP dönemi gibi bir durum oluşur ki bu ülke içinde ciddi anlamda
büyük zararlar oluşturur. Bu itibarla bizlerin yeniden oturup düşünmemiz ve
kavramların içini doldurarak dikkatli bir strateji ve planlar yapmamız lazım.
Bu itibarla şu konuları gündeme almalıyız;
1-Türklüğün ve Türkçülüğün tanımı
olmalı. Türklük bir ırk adından ziyade bir Kültür, medeniyet anlayış ve en
önemlisi Haksızlığa karşı haklının yanında yer alan, özellikle İslamın evrensel
değerleri olan Adalet Etiklik Sorumluluk ve Vicdanilik konularını yüceltmek
olduğunun altı çizilmeli ve bu anlayış okullardaki eğitimlerde verilmelidir. Bu
sayede İsveç Kralını Rusya’ya karşı
destekleyen Osmanlı’nın tutumu örnek alınmalıdır.
2-Osmanlı’nın yaptığı hatalar
asla yinelenmemelidir. Eğitim ve İnanç bölünmemeli, Orta Öğretim dahil Bilim ve
İnanç arasındaki bağ açıklanmalı ve öğretilmelidir. Din dedim mi Sünneti Rasul
değil Sünnetullah dediğimiz Allah'ın Sünneti yani Allah'ın Kanunları yani
Tabiatta var olan kanun ve nizamlar yani Bilim öne alınmalı, sorgulayan akıl
öne çıkartılmalı ve Kurani perspektif dikkate alınarak algoritmik ve süreç
odaklılık esas olmalıdır her konuda.
3-Everensel değerler ile uyumlu
İslamın ilkeleri Adalet ve Etiklik, genç ve dava sahibi sorumlu gençlerle
sağlanabilir, bu ise sorgulamayan ve aklını bir cemaate satmaya meğilli
geleneksel İslamcılık eğitimi veren İmam hatip müfredatıyla değil sorgulayan
düşünen müfredatla olur.
4-Başkanlık ve Eyalet sistemi ve
zaafları güçlü yanları toplumda daha fazla tartışılmalı, yazılmalı ve ortaya
konmalı. Halk bu konuyu bilmiyor. Hala başkanlık ve eyalet sistemi deyince
korkmakta ve ürkmekteler.
Bu unsurların tamamen oturması anlaşılması oldukça uzun bir zaman alır ve almakta. Aslında hapse bile girmeyi göze alarak yazmış olduğu Çalınan Hayatlar;Mülteci adlı romanım da yıllar önceden bugünlerin konusunu yazmıştım. Ancak ilerde bu yazdıklarım hala gündemde olacak gibi görünüyor.
Halkımız seçtiklerine sahip çıkmalı, kime oy verdiğinin bu saatten sonra önemi çok büyük. Sadece ülke içinden değil ülke dışından da düşünerek bakarak oy vermeli.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.