www.islamastrolojisi.com "Adalet denge ve huzurun temelidir"

FATİHA EYLEM MANİFESTOSU www.islamastrolojisi.com
1-Etiklik (Eunsü)
2-Müteşekkirlik(Elhamdü)
3-Vicdanilik(ErRahim)
4-Sorumluluk(Yewmiddin)
5-Tevhit(İyyakena)
6-Meşru hedef ve Umutvar olmak(Sırat-ıMustakim)
7-Kimseyi taklit etmemek ve kendin olmak, samimi olmak(Gayrilmağdubi) #KABENİNHAYATŞİFRELERİ KİTABIMDAN ALINTIDIR...

27 Şubat 2016 Cumartesi

KİSSİNGER PLANI, DİNCİ VE BÖLÜCÜ TERÖR ANALİZİ. ERBAKAN'IN KARŞI PLANI

 Hatırlanacağı üzere Türkiye 2005 yılına kadar neredeyse askeri vesayet altında demokrasisini süngülerle ayakta tutma çabası içindeydi. Demokratik ve Laik rejimin korunması ve kollanması sanki sadece TSK'nın elindeydi ve merkez sağ partilerden her hangi birisi iktidara geldiğinde ekseriyeti Kemalist Sol düşüncedeki generaller Lozan'da verilen sözlerin tutulması karşılığında Anadolu'da var olmamıza izin verilen antlaşmayı uygulamaktatdı, Ülkemizi İngiliz çıkarları doğrultusunda tutmaktaydı darbeciler. RTE'na kadar kimin Cumhurbaşkanı olacağına aslında Britanya Kraliyet ailesi dolaylıda olsa karar vermekteydi. 

1979 yılında İran'da başlayan Şii İslam Devrimi o zamana kadar iki tane olan devrim sayısını üçe çıkartmıştı.
-Fransız Devrimi: Milliyetçilik akımları başlattı ve Osmanlı gibi imparatorlukları eritti.
-Komünist Devrim: Rusyada ki devrim Çarlık ailesinin kökünü kuruttu ve dünyada büyük bir etki oluşturdu.
-İran Devrimi: Mekke'den beri hiç bir halk hareketiyle zalim sultayı devirme alışkanlığı olmayan İslam dünyasında ilk defa bir başkaldırı oldu ve etkisi Iraklı Şiiler, Türkiye'li Kürtler üzrinde olacaktı en çok.

Sonuncusunun etkisini kırmak için Kissenger, Saddam'ı Irakta göreve getirdi ve İranla savaştırdı. Bu sayede Sünni Arapçı islam Şii mezhebini Irakta boğdu ve orada da bir İslami devrim oluşması başarıyla engellendi.

Kissenger Türkiye'de 12 Eylük 1980 darbesini Kenan Evrene yaptırdı. Bu darbe için Türkiyeye çok büyük para verildi ( toplamda 30 Milyar dolar). Darbeciler bunun karşılığında ne yaptılar?
- Batı'da FETÖ'yü kurdu ve Türklerin İslami devrim anlayışıdan uzaklaşmasını sağlayacak Din üzerinden ülkeyi Nato'nun ve Batı'nın yanında tutacak bir yapılanma oluşturdular. Bu yapılanmanın en büyük hedefi TSK içine olabildiği kadar Subay sokmak olacaktır. Bunlar sigortaydı. Görünüşte TSK bunları istemeyecek ama gizli gizli bunlar TSK içine yerleşecek ve zamanı geldiğinde Anti Emperyal bir duruş sergilendiğinde TSK, Emniyet ve Adalet Bakanlıkları içindeki Dersanelerden ve okullardan gelen adamları ile hemen düğmeye basılacaktı. 
-Kissenger, Kürtlerin ümmetçi olduğunu ve Türkiye'nin batısına İslamcılığı Kürtlerin taşıdığının sosyolojik gerçekliğini biliyordu. Bu nedenle Türkiye'de Ümmetçi çizgideki ve İran Devrimi benzeri bir devrimi Anadolu'da yapabilemeyi isteyecek başta Dindar Zazalar olmak üzere Kurmançiler üzerinden Ümmetçi çizgi yerine Sosyalizm adı altında Marksist Yurtseverlik dedikleri Kürtçü Faşizmin yerleşmesini Kenan Evren'le planladı. Darbecilerin kasten yaptığı Sivas ve Diyarbakır işkenceleri, PKK'nın saflarına katılımları arttırılmıştır. Doğuda, Darbeci askerler din düşmanı ve Kürt düşmanı gibi davranıp Kürt halkının devlete olan bağlılığını bitirdiler. Darbeci zihniyetler asla PKK ile ciddi bir mücadele yapmadı. Yapıyor gibi göründü onu daha da büyüttü. İslamcılık üzerinden Ayyıldıza bağlı olan Kürtler yavaş yavaş İslami devrim söylemini akıllarında canlı tutmak yerine yükselen değer olarak onların önünde alternatif olarak sunulan PKK saflarına geçmeye başladılar. Doğu Anadolu'da Kürt halkına yapılan işkence hikayeleri bir sonraki kuşağı daha fazla kürtçü yapmış ve adına Jön Kürtler dediğim bu jenerasyon bugünün laf anlamaz YDG-H'ını oluşturarak PKK'yı bile dinlemeyen bir yapılanma haline dönüşmüştür.

İşte bu sayede Kissinger TSK üzerinden ve sigorta olarak gördüğü Fetö ve PKK yapılanması sayesinde Türki'nın sorunsuz olarak Batı bloğunda yer almasını ve Lozan çizgisini bozmamasını sağlamıştır.

Erbakan oyunu bozan kişidir...

Erbakan 28 Şubat Darbesi asnasında Demokratik yolla bu işin çok uzun soluklu olacağını görmüştü. RTE ile İyi polis kötü polis oyunu oynadı. Adil Düzen ve Milli Görüş gömleğini çıkartttı dediği RTE'nı öteki ilan edince Britanya vee İsrail RTE'ye sahip çıktı.

Erbakan, 28 Şubat Sürecinde Darbecilerle Fetöcülerin nasıl da ortak hareket ettiklerini çok iyi görmüştü. 

İyi bir plan olmalıydı bu. Dikkatli yürünmeliydi. Şifre belliydi "BERABER YÜRÜNMELİ"YDİ...

Fetöcüler ve RTE'nin arasının ayrıldığı nokta MIT'in Batı'nın elinden kurtarılması ile başladı. MIT'i Fetö istemiş RTE onlara vermemişti. Britanya ilk defa o zaman kıllandı ve RTE'nin niyetini anladı. Fidan'dan sonra Milli bir devlet kurulmanın düğmesine basılmıştı artık. Uludere olayı, Reyhanlı Patlaması, MIT Tırlarına baskın, GEZİ'nin kışkırtılmasının arkasında tamamen bu yapılanma vardı. Türkiye'de onların dersanelerinden çıkan hemen herkes fişlenmiş durumdadır ve bu fişler CIA ve FBI elindedir. Bilgi işlemde fişlenen herkesin raporu ABD'de ve Britanya'dır. TSK, EMNİYET; AYM ve Adalet Bakanlığı içinde kimlerin FETÖ'cü olduğunu en iyi MI6 ve CIA bilmektedir. Onların eğitim kurumlarında 92-95 yılları arasında bende yer almıştım ve fişlemelere bizzat şahidim. 92-93 yılının Çankırı'daki fişleme Floppy Diskini Ankara'da ki merkeze bizzat ben götürmüştüm.

Kazakistan'da "ABD'yi ve Kapitalizmi Orta Asya'da Övün" fetvasından sonra ayrılma kararı almıştım. Çünkü Emperyalizme hizmet eden ve İslam'ın önünde paralel bir islam oluşturan bu örgütün bir gün gelip Müslümanların en büyük Cemaati Dırarları olacaklarını biliyordum. 

Öyle de oldu...

Cemaatin içinde bir çok samimi insan var ve bu insanların bir çoğu Cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarından örüldüğünü sorgulamamaları sorunun ana kaynağıdır. Bu da onların inanmış oldukları Katolik İslam inancının bir sonucudur...

Uzun yıllar Terör dizileri yapan ve Ülkeyi PKK ve İran'a sattığını ilan ettiği Hükümete karşı gizli bir darbe girişiminde bulunan Paralel çete "PKK ve Hükümet'in çözüm sürecini bitirip, PKK'yi Ateşkese zorlarken ve bunu başarmışken, HDP'ye oy verirken kendi Cemaat mensuplarına İran ve Hükümetin Suriye'deki savaşını açıklayamamıştır".

80-90'lı yıllarda Türkiye'de Demokratik ve Laik devleti koruma ve kollama görevi üzerinden askeri vesayetle ülkemizin Britanya'nın emir eri gibi bağımlı olmasını o zamanki darbeci TSK mensupları yapmıştır. Bir Subay çıkıp Başbakan'a "P.z.venk" demiş ve konuşmasında bu seahiyeti PKK ile mücadeleden almış olmak referansına bağlamıştır. O dönemin darbeci TSK'sı da bu görevi ifa ederken de Fetö kesinlikle 28 Şubat dahil Batı'nın ve siyonizmin yanında yer almıştır.

TSK'nın şu an, Milli devlet anlayışı ve Britanya'dan bağımsız siyaset güden Hükümetin yanında yer alması Nato ve Britanya'nın Türkiye'nin "demokrasi güçleri" söylemini geliştirmiş ve CHP'nin Kürtçü kanadının ikna edilerek Fetö ile beraber PKK ülke içinde daha büyük bir terör oluşumuna yönelimi sağlanmıştır. Aslında bu güçler kesinlikle demokrasi güçleri değildir. PKK'nın demokrasi söylemi gerçek olsaydı HDP ye oy vermeyen insanlara baskı yapmazdı. Fetö'nün demokrasi derdi olsaydı 12 Eylül ve 28 Şubat'ta Darbecilerin yanında saf tutmazdı. 

Fetö'nün elinde binlerce insanın Telefon konuşması ve videoları var. Baykal, CHP'yi Fetö'ye teslim etmek istemediği için ve Mart Teskeresindeki Anti Emperyalist tutumundan dolayı görevden alınması için basına videosu servis edilmişti. Savcı Sayan ve Baykal CHP'nin içinde Anti Emperyalist adamlardır.

Şu an İslami kimlikli Türk halkı ve Kürt halkı Anadolu'da büyük bir tehlike içindedir. 


Zira Kissenger ve adamları Putin'i bile ikna ettiler.
 İçerde Fetö, PKK vb Terör örgütlerine, dışarda ise Putin üzerinden Erdoğan'ı sıkıştırdılar. Halk sonuna kadar büyük çoğunlukla Erdoğan'ın ve devletin yanında yer aldı. 80-90 lı yıllarda darbecilerin yalandan mücadele verdiği PKK ile ilk defa ciddi manada mücadele başladı. Darbeciler asla PKK'nın bitmesini istememişlerdir zira onlar sayesinde Türk siyaseyinde vesayet ağlıyorlardı. Tıpkı Britanya'nın Daeş'i kurup Orta Doğu'ya yollayıp sonrada Daeş'e Kürt halkına bölge halkına zulm yaptırıp PYD'ye meşruiyet verip PYD'ye karşı mücadele eden Türkiye ve Erdoğan'ı teröre destek veren adam ilan ederek zayıf düşüme ve devrim yapıldığında Avrupa'da yargılamak istemeleri bu işin tamamen arka planını oluşturur.

Ülkesini azıcık seven bir vatandaş, ben ayyıldıza bağlıyım islama bağlıyım diyorsa Devletine, RTE'ye sahip çıkmak zorundadır.


RTE'ninde hataları var tabiki, o bir kul. Her kul gibi hata yapmakta. 
Britanya ile olan mücadelesinde büyük bir saray yaptırması, (120.000 adet) makam arabalarına onay verilmesi, Britanya karşı "tahta karşı taht s.d.k yarışı" tıpkı Bizansa karşı Emeviye'nin aynı argumanlarla mücadele etmesi gibidir. Bu tamemen İslami Nebevi ve Kurani mücadele anlayışına terstir ve kazanma ihtimalini düşürür. E-devlet üzerinden RTE'ye mektup yazdım. Yalvardım, yakardım, lütfen "Tahta karşı taht ile değil Minderin üzerinde oturan ve hasırda uyuyan Hz Muhammed medoduyla Britanya ya karşı mücadele ediniz" diye. 1300 TL asgari ücretle açlık sınırında insanlar yaşarken 120.000 makam aracının haram olduğunu bunların Emeviyeyi hatırlattığını bu nedenle harekete zarar vediğini de yazdım. Biz de müslümansak yazmak ve doğru bildiklerimizi anlatmak zorundayız. Bu neye mal olursa olsun bunu yapmalıyız. Korkamayız sinemeyiz pısamayız.

Eğer gerçekten dünyada Türkiye'nin yükselen bir değer olarak ülkemizi yüceltmek, islamı yüceltmek istiyorsak bu ancak ve ancak Hz Muhammed'in sadeliği, mütevazı devlet yönetimi anlayışı ile olur. Osmanlı Modeli veya Neo Osmanlıcılıkla olmaz bu iş. O denendi ve sonucu görüldü. Daha büyük ve evrensel bakılmalı.
1453 Neo Osmanlıcılığı bize 1918 Mondrosu'nu da getirir, ama 13 Ağustos 610 Mekke ve 622 Medine bize Osmanlı Haritasından daha geniş bir alanda nüfuz imkanı sağlar. Bu sinerji Şiileri ve tüm ezilen dünya halklarını içine alır. 

Önümüzde tarihi bir fırsat var.

Bu fırsata Neo Osmanlıcı yerel ve denenmiş bir vizyonla sığ şekilde değil, Evrensel 610 ve 622 Medine vizyonuyla medeniyete ulaşabiliriz.
Yoksa bizim çanımıza ot tıkarlar ve yeniden daha büyük bir savaş vermek zorunda kalırız. Bunun sonucunda Atatürk'ten daha fazla Batı'ya taviz vermek zorunda kalırız...

Bahar aylarında Paralel Dinci örgütün, Bölücülerin ve diğer sözde Anti emperyalist özde Britanyanın egemenliğine çalışan örgütlerin ayaklanma, yakıp yıkma eylemleri başlayacak. Bunun hazırlıklarına Kahvehane taramalarından başlandı. Bu taramalardan ölümlerden kesinlikle adına Demokrasi Güçleri denen bu demokrasi ve insan hakları saygısızları suçludur. Devlet, en adil ama en sert önlemleri almalıdır. Şimdiden bu işi planlayanları ve aracılık edenleri ifşa etmelidir.Herkes bu ayaklanma ve iç karışıklık planına karşı hazırlıklı olmalı....

Bu ayaklanma ve kışkırtlaların tek bir faydası olacak. Halkımız ülke içinde kimlerin Devletine, Ayyıldıza ve ülkesine sahip çıktığını kimlerinse (Britanyacı olduğunu ve) ülkeyi Suriye'ye benzetmeye ve ülkeyi Lozan'ın seviyesine veya altına sokmaya çalıştığını görecek.

Rabbim ülkemizin ve tüm ümmetimizin ezilen ve ümmetimizden olmasa da tüm insanların yar ve yardımcısı olsun....

26 Şubat 2016 Cuma

Katolik İslam ve Ortodoks İslam'a Karşı - Medine Odaklı Protestan İslami Manifesto

Katolik İslam, Ortodoks İslam ve Protestan İslam Analizleri

Bu yazımda Hıristiyan inancının başına gelen bölünmeler ve sosyolojik bölünme süreçlerinin Müslümanların da başına gelişte ki benzeşmelerini ele alırken iki dinin ne kadar da zaman içinde birbirine benzediğine hayret edeceksiniz.
Hz. Muhammed vefat ettikten sonra ümmet içinde kimin lider olacağı ile ilgili çıkabilecek çatışmaların önüne geçmek amacıyla Hz Ömer ani bir refleksle “İçinizden Resul sağ iken onun önünde namaz kıldırmış ve ikinin ikincisinin önüne geçmek isteyecek kim olabilir?” diyerek zekice bir çıkış yapmıştır. Bu çıkış sayesinde ümmet, lider sorununu Hz Ali’nin lider halife oluşuna kadar ertelemişti. Peki Hz Ebu Bekir’in liderliği Ümmet içinde neden sorun oluşturmamıştı?
Aslında Ümmet’in başına Hz Muhammed, Hz Hatice’den sonra 3. Müslüman olan ve asla Ebu Bekir kadar veya yeteri kadar önemsemediği Hz Zeyd en kıdemli Müslüman olarak neden getirilmedi?
Allah, Ebu Bekir’in adını Kur'an’da zikretmemiştir. O sadece “İkinin ikincisi” olabilme şerefine nail olabilmiştir. Ancak Kur'an’da adı geçen tek Müslüman sahabe olan Zeyd asla Ebu Bekir kadar değer görmemiştir. Hemen kanıtlayalım bu söylediğimi…
2 milyarlık ümmete “3. Müslüman kim dediğimizde alacağınız Sünni dünyanın yanıtı %99,99 oranında Hz Ebu Bekir’dir. Aynı soruyu Şiilere sorsanız onlarda size Hz Ali der. Nasıl?
Görüyorsunuz işte iki mezhebin yere göğe sığdıramadığı her Sünni veya şii cemaatin liderinin kendisini soy veya nesep olarak yasladığı Ebu Bekir ve Ali asla 3. Müslüman değildi. Ne Ebu Bekir ne de Ali asla Zeyd’in topuğuna fedakarlıkta Müslümanlıkta gelemezler. Bunu onun hayatını inceldiğimde ve “Ebu Leheb’in adı neden Kur'an’da yazan tek kafirdir?” sorusunu 25 yıl araştırıp sonunda bulduğumda, Kur'an diyalektiğinde Ebu Leheb’in Zıddı olarak ‘ikinin ikincisi’ Hz Ebu Bekir değil koskocaman Zeyd ve anlatılmayan köpürtülmeyen Zeyd çıkmıştı. 
Peki neden? 
Neden 3. Müslüman Sahabe Zeyd asla yerini ümmetin nazarında alamadı? 
Neden asırlar sonra benim bu sorduğum soru asla Müslüman alimler tarafından sorulmamıştı?  
O yere göğe sığdırılamayan Buhari bunu neden sorgulamamıştı? 
Diğer alimler uyuyor muydu?
Hayır….
Uyumuyorlardı…
Bile bile bu yapıldı. Kasıt vardı…

Evet Ebu Bekir ümmet içinde en cömert insandı. Maddi olarak verdikleri kimse verememişti. Maddi cömertliği ona karşı büyük bir sempati uyandırmıştı...

Ya Zyd?
Peki babası Harise geldiğinde ve Rasul’den izin aldığında Zeyd’e hadi gidelim oğlum Rasulden izin aldım dediğinde köle olarak Yemen’den, yurdundan kaçırıldığından ve Mekke’de köle olarak Hz Muhammed’e satıldığından ve O da onu azad ettiğinden beri Anasını görmeyen Zeyd’in “Anasını, kardeşlerini, vatanını, arkadaşlarını, özlediği Yemen’deki her şeyi” hasretten yandığı halde feda ederek babasını Yemen’e yalnız göndermesi ümmetin gözünden neden kaçırıldı?

Cevap basit…

Zeyd fakirdi..

Zeyd köle kökenliydi..

Zeyd Mekkeli Medineli değildi…

Zeyd Haşimi, Umeyye, Evs ve Harzeçli değildi…

Üstelik Zeyd’in adının Kur'an’da yazılı ayet olması Ebu Leheb'in zıddı olarak Müslüman dünyasının karşısına çıkması Bizansı örnek alan ve Bizansı yaşamak isteyen Emevilerin tekerine taş koyucu etkiye sahipti.

Öyleyse alimlerin “Neden Ebu Lehebin adı Kur'an'da yazmakta neden onun karşısına İkinin ikincisi değilde ZEYD adı büyük harflerle ayet oldu?” sorusunun üzeri örtülmeliydi.

Oysa Zeyd ortaya çıkmazsa, siyasal bölünme hızlanacaktı. Ebu Bekirci Sünniler ve Alici Şiiler birbirini yiyecekti. Yediler de…

Hala Suriye'de yiyorlar da...

Ve yiyecekler de...

Neyse konumuz aslında bu da değildi ama bu başlangıç önemliydi bazı şeyleri görmek ve anlamak için…
Dönelim Hristiyanlığa şimdi…

Hz İsa sağ iken ona inanlar içinde en büyük hainliği Judas yapmadı. Aziz(!) Peter yaptı. Çünkü o Hz İsa’yı Allah'ın oğlu ilan eden ilk havaridir. Kendisi aslında Geleneğin ve Roma’nın ajanıdır. Bugün Türkiye’de herkes ağzına Pavlos’u pelesenk etmiştir. 
Oysa Pavlos sadece Petrus’un devamı idi. İnsanlar Pavlosu önde görmelerinin nedeni onun mektuplarının İncil’in içine Allah’ın sözü gibi sokulması ve geleneksel Hristiyanlığı kurmasından dolayıdır. İşte bu Pavlos Petrus'tan sonra Hristiyanlığın geleneksel Hıristiyanlığın kurucusudur. Eğer bir fikir versin dersek İslamın Petrus’u Ebu Hureyre, Pavlos’u da kesinlikle Buhari’dir. Dünyayı öküzün başına koyan Ebu Hureyre onun naklettiği bir kısmı saçma sapan hadisleri düzelten de Hz Ayşe Annemizdi. Ebu Hureyre naklettiği ve yanlış anladığı bazı hadisler yüzünden Hz Ömer’den dayak bile yediği nakledilmiştir. Eğer Hz Ayşe annemiz Allah Rasulü ile genç yaşta evlenmemiş olsaydı Ebu Hureyre’nin yıkımı daha büyük olacaktı İslamda. Zira Hz Ayşe Annemiz onun yanlış anladığı bazı hadisleri düzeltmiştir.

Abdullah b. Ömer dışında ashaptan hiçbiri benim kadar Peygamber’den hadis nakletmemiştir. Abdullah hadisleri yazardı ama ben yazmazdım.” ( Kaynak: İbn-i Hacer, Fethu’l-Bari, c. 2, s. 167; (O şöyle der Ebu Hureyre’nin hadis yazmadığı ve Kur’an hafızı olmadığı ispatlanmıştır.)
Ebu Hureyre’nin hadislerinin çokluğu Ömer’i kuşkulandırdı bu yüzden onu kırbaçlayarak şöyle dedi: “Sen çok hadis naklediyorsun korkarım Peygamber’e yalan isnat edersin.” Sonra hadisi nakletmeği bırakmadığı takdirde onu kendi ülkesine sürgün etmekle tehdit etti. (Kaynak: Sahih-i Buhari c. 2 Kitabu bedu’l-halk s. 171; Muslim b. Haccac Neyşaburi, Sahih-i Muslim, c. 1 s. 34; İbn-i Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcu’l-Belağa, s. 360; Siyeru a’lamu’n-Nubela, c. 2 s. 433-434; Mutakki Hindi, Kenzu’l-Ummal, c. 5 s. 239 H. 4857, İmam Ebu Ca’fer İskafi, Şerh-i Nehci’n nakline göre, c. 1 s. 360)
Bu yüzden Ebu Hüreyre’nin hadislerinin çoğu Ömer’in vefatından sonraki dönemde gerçekleşmiştir. Çünkü Ömer’den sonra artık kimseden korkmuyordu.( Kaynak: Mahmut Ebu Reyye, Azva’un ala’sünneti’l-Muhammediye s. 201)
Dineveri ve İbn-i Kesir İbn-i Seid’den şöyle naklederler: “Allah’tan korkun ve hadis nakletmeyin. Çünkü ben Ebu Hureyre’nin yanında oturmuştum, o bir hadis Peygamber’den ve bir rivayet de Ka’bu’l-Ahbar’dan nakletti ve sonra şöyle dedi: Ben Ka’bu’l-Ahbar’ın sözlerini Peygamber’e ve Peygamber’in sözlerini de Ka’bu’l-Ahbar’a isnat ediyorum.(İbn-i Kesir, El-Bidaye ven-Nihaye c. 8 s. 109; İbn-i Kuteybe Dineveri, Te’vilu Muhtelefi’l-Hadis s. 48 ve 50 )

İşte size Buhari ve diğerlerinde de var olan kaynaklardan Ebu Hureyre’nin durumu. 

Bu ve bunun gibilerinin naklettiği hadislere asla güvenemeyiz. Din algısı Hadislerin sahih olmayanlarının ve hatta Kur'an’a ve ilkelerine aykırı olmalarına rağmen algı yönetiminde olmaları İSLAM İNANCINI TEVHİTTEN ve EMEĞİN TEVHİDİN PARÇASI olmasından koparacak boyutlara ulaşmıştır.

Bu türlü bir gidişat İslam anlayışını önce Ortodokslaştırmış, sonra Katolikleşmeler görülmüştür.

Ortodoks İslam:

Otodoks İslam kesinlikle Emeviye döneminde başlamıştır. İnancın sultanlaşması ve sulta ve sultacılığa izin veren hadislerin uydurulması Emeviye din anlayışının temelini oluşturur. İmam Azam Ebu hanifenin gerçek görüşleri dışından kalan diğer tüm Sünni Mezhepler ŞAFİ, HANBELİ ve MALİKİ Ortodoks Hıristiyanlığının Müslüman versiyonudur. Hadisleri Kur'an’ın önünde gören ve bunu Usulü din sanan ve milyonlarca kendisini en doğru sanan Ortodoks Müslüman vardır.

Katolik İslam:

Katolik İslam çeşidine Şii Mezheplerini ve Şeyhinden Tövbe alan ve Allah'ın Affına mazhar olmak için Fatiha’nın “İyyake Na Budu ve İyyake Nastain” ilkesini çiğneyerek dergâhlara giden türbe türbe gezip ölülerden bir şeyler isteyenler onları dualarının kabulüne vesile adı altında ARACI kılanlar Katolik İslamcılardır.

Protestan İslam:

Almanya’da Martin Luther Katolik Hıristiyanlığa karşı savaş açarak onlara karşı reform ilan etti. Yıllar süren mücadeleler sonunda İncil’e dönüş yaşandı. Haç’ın üzerinden Hz İsa kaldırıldı. Onun putlaştırılarak tapılması engellendi. Ne var ki dönülen İncil’de malzeme fazla değildi ve gelenekselden kurtulsalar da yönelinilen kitap beklenen sosyal, psikolojik ve örgütsel yapılanmaları sağlayacak kadar çelişkisiz ilkeleri taşıyacak durumda da değildi. 
Müslüman dünyada ise öze dönmek isteyen ve Medineli Protestan İslam anlayışı gelenekselcilere karşı bir reddiye ve duruş olarak özellikle de geçen yüzyılın başındaki Hıristiyan dünya karşısındaki ağır yenilgilerin yüzünden yaşanan yüzleşmeler sonucu ortaya çıkmaya başladı. Yarısı (Geleneksel) Ortodoks İslam yarısı Protestan İslami Manifesto olarak Risale-i Nurlar ilk defa unutulan akla kapı araladı. İçlerinde bazı mantık ve Kuranla uyumsuz görüşler bulunsa da Risaleler kesinlikle özellikle Türkiye’de bu konuda reform yapılmasının önünü açtı. Aslında bu dinde reform değil din anlayışında bir reformdu. Nasıl ki Martin Luther İncili Almanca'ya çevirerek büyük bir devrim yaptıysa, Türkiye’de bu devrimi kesinlikle Risaleler ve Elmalılı Tefsirini yazdıran Atatürk yapmıştır çünkü o ilk defa Kur'an’ın Türkçe Mealinin yazılmasına da cesaret ederek bunu istemiştir.

Jakoben olmadıkça Laiklik aslında Din anlayışının kendisini geliştirmesine olanak tanır. Dinlere ve görüşlere eşit mesafede olmayan devletlerde Din ve Mezhep savaşları büyük risk taşır ve en sonunda çatışöa kesinlikle kaçınılmazdır. Bu inkâr edilemeyecek olan bir gerçektir. Kur'an’ın ve İslam’ın kendine has bir Laiklik ve Demokrasi anlayışı da vardır. Kafirun Suresi Kur'an’ın laiklik anlayışının sınırlarını çizer. Hz Muhammed’in Medine Vesikası ve Hudeybiye antlaşmaları, İslami Demokrasi ve İslami Laiklik antlaşmalarıdır çünkü Hz Muhammed antlaşma metinlerinde Allah Resulü diye yazmaz Abdullah’ın oğlu diye yazar, antlaşma metinleri incelenirse ne demek istediğim daha net anlaşılır. Aslında bizin İslamı evrensel bir din olarak görmeyen ve Adalet ve Ahlak gibi Evrensel kavramları ilkeleri öncüllemeyen tavrımız İslamı yerel, sığ ve sorun çözen bir inanç olmaktan tamamen uzaklaştıran bir inanç sistemi gibi algılatmıştır ve Batı'da öne sürülen ve reklamize edilen İslam çeşidide budur. 
Eğer tepeden inmeci olmayan laiklik Türkiye’de dengeleyici olmazsa Cemaatler birbirine girer. Herkes herkesi şu anda kâfir, melun, ajan ilan ediyor ve oluşacak bir boşluk cemaatler arası savaşın kapısını açar.
Şu anda, geleneksel İslamcı çizgiyi protesto eden ve öze dönmeci Kur'an merkezli Medineli İslami Protestan bakış ilerde daha fazla taraftar toplayacaktır.
Zira bu bakış düşünme ve düşünce üretebilmekte ve İLKELERLE KUR'AN’a yaklaşmaktadır.
Kur'an’ın ilkeleri olan Adalet, Ahlak, Sorumluluk ve Vicdanilik evrensel olarak değerlerle eşleşir. Bu sayede Kur'an kendisini merkeze koyabilekte ve modern çağın sorunlarına düşünsel tavaf da yapılırsa, algoritmik bir cevap olabilme niteliğine erişebilmektedir…
Müslüman İllüminati” ve “Kabe’nin Hayat Şifreleri” adlı eserlerimi kesinlikle okumanızı tavsiye ederim…

21 Şubat 2016 Pazar

Aynadakiyle Sohbet kitabının Değerli Yazarı ve Şair Yılmaz Akbaş ile Röportajım

Bugün Şair ve Yazar değerli Yılmaz Akbaş ile beraber sohbetimiz oldu. Kendisinin çıkan son kitabı #aynadakiyleSohbet ile ilgili röportajımız aşağıdadır.


Kitabınıza neden “#aynadakiylesohbet’’ ismini verdiniz?

- ‘#aynadakiylesohbet’ ismi, kendimiz fırsatını bulduğum her an yaptığım bir yüzleşmedir. Bu yüzleşmeyi cesaretli olan herkese de öneririm fakat bu yüzleşme tamamen tarafsız, tamamen maskesiz olarak yapılmalıdır; kişi kendini kesinlikle korumamalıdır bu yüzleşmede, bütün olumsuzluklarını aynadakinin suratına vura vura söylemelidir. Daha sonra ise bütün olumsuz durumlarından, insanlık dışı hallerinden, sevgiden yoksun hallerinden ders alarak artık bu durumunu tamamen geride bırakabilmeyi öğrenebilmelidir. Bu ismi kitabıma taşımamdaki amacım ise kendi kitlemi ve aramıza katılmak isteyen cesaretli yürekleri bir arada toplamak amaçlı düşündüğüm bir sosyal medya için hashtag’dir. Okuyucu kitlesi sosyal medya da ‘#aynadakiylesohbet’ ‘hashtag’i ile paylaşımlarını yaparak daha geniş çevrelere ulaşabilirler.


Peki, kitabınızda nelerden bahsettiniz?

- ‘#aynadakiylesohbet / Teşekkürler Yüreğim’ isimli deneme yazım kitabımda, birçok yazı aslında yaşanılan olayların gözlemlememden dolayı ortaya çıkan yazılardan oluşmaktadır. Kısa başlıklar üzerine birkaç sıralamayla yazacak olursak; arkadaşlık, yaşam, organ bağışı, sevgi ve aşk, severken tek taraflı düşünmenin zararları, insanlık, vesaire konular üzerine yazılan denemelerden oluşmaktadır.


Yazarken neleri eksik gördünüz?

- Eksikleri olanların, eksikliklerinin farkına varanların tabiri caizse eğer neredeyse mikroskop ile bile bakıldığında görülemeyecek kadar az olması.


Son olarak bize ne söylemek istersiniz?

- Öncelikle bu güzel sohbet için çok teşekkür ederim. Ve yine kendi yazmış olduğum bir kısa cümle ile cevap vermek istiyorum. ‘Hayatın bataklığına sürüklenmemek için, Sanatın her hangi bir dalına tutunmalısın.’ Sevgi ve saygılarımla… #aynadakiylesohbet 

15 Şubat 2016 Pazartesi

KULAĞIMDA KÜPELER - YAZAR ERKAN HARAS'IN SON KİTABI


Yazar Erkan Haras Bey ile son kitabı "Kulağımdaki Küpeler" hakkında söyleştik. Değerli kitabıyla ilgili yapmış olduğumuz röportajı siz değerli okurlar için paylaşıyorum.

Kitabınıza neden “Kulağımdaki Küpeler ismini verdiniz?”
İnsanların çevrelerinde olup biten olaylara duyarsızlaştıklarını gördükçe gerçekten çok üzülüyorum. Hemen her gün yaşanılan onca keşmekeşin ardından hala kişioğlu bir çıkarımda bulunamıyor. Çevresindeki gelişen her bir duruma nazar-ı dikkatle bakamıyor. Ben de istedim ki bu sözlerim, bu anlatılanlar kulaklarına birer küpe olsun, onlara birer nasihat olsun.
Pekiyi kitabınızda nelerden bahsettiniz?
       Elbette ki okunduğunda daha iyi anlaşılacaktır ki çeşitli konular üzerinde durdum. Toplumun kanayan yarası olan       bazı durumları işledim. Başlıklar halinde anlatmaya çalıştım.
Şiddetle süren bir şiddetli geçimsizlik, gerek evlerde gerekse toplumda bir geçimsizlik, kimlik karmaşası, ve taşları yerine oturtamama sorununu işledim. Sıcak ve yumuşak karnımız olan “Kürt Meselesi” üzerinde durdum bir yazımda. Evliliklerin nasıl olması gerektiği temel çekirdeğimiz olan ailenin ayakta durması gerektiği üzerinde durdum.
Gençlerin zihin bunalımları, toplumun bir “konforizm” dediğimiz hastalığa duçar olduğunu bundan nasıl kopmamız gerektiği üzerinde durup işlemeye çalıştım.
Tabiri caiz ise “at izinin it izine karıştığı” durum ve konuların üzerinde durdum. Kuşkusuz okunduğunda ne anlatmak istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.

   Yazarken neleri eksik gördünüz?
Yaşadığımız yüzyılda bir anlaş(ıl-a)ma(ma)sorunu var bunu kabul etmeliyiz. Bir birimizi anlamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz. Hemen her gün nasihat dinliyoruz ancak nasihatı tutacak bir kulak sahibi değiliz. Sanata ve sanatın gücüne inancımız kalmamış. Kadim zamanda sanat insana yön veren kutsal bir olaydı ona olan inanç kalmadı.Bir iyiliğin topluma faydası nispetince ibadet olacağı konusu da akıllarda silinmiş durumda. Herkes(im)kendi menfi isteklerini düşünmekten komşusunun açlığı ve tokluğu artık duygusuz birkaç slogan haline geldi. Yani medeniyet dediğimiz mevzunun artık illete döndüğünü acı olarak görmekte ve yaşamaktayız.Eğitimin gitgide eğitime muhtaç hale geldiği, öğretimle sadece ayakta durmaya çalıştığımız ama baston kullanmak zorunda kaldığımızı görünce üzüldüm ve bunları yazmak durumunda kaldım.

Son olarak ne söylemek istersiniz?
Okumak, okumak, okumak…Cehaletimizi, her şeyi biliyor sandığımızı unutup bol okumamız gerektiğini. Türkiye’yi bilgi sahibi olmadan kültür sahibi olduğunu sananların cenneti konumundan kurtarmamız gerektiğini. Bunu da ancak okuyarak başarabileceğimizi tekrar buradan söylemek isterim